9 Şubat 2009 Pazartesi

29 Aralık 2008 Pazartesi

Hamachi

Mekan değişikliği yapınca normalde aynı ağ üzerinde zevkle oynadığımız Flatout2, Live For Speed, CMR04 gibi oyunları internet üzerinden de düzeni bozmadan oynamanın bir yolunu aradık, Hamachi hızır gibi yetişti. Bu yazıda kısaca programdan bahsedip, yaşadığımız problemi nasıl çözdüğümüzü anlatacağım.

Hamachi, hiçbir detaylı kurulum işlemine gerek duymadan son derece kolay bir şekilde internet üzerinden bilgisayarları birbirine bağlayarak aynı yerel ağ üzerindeymiş gibi çalışmalarını sağlıyor.
https://secure.logmein.com/products/hamachi/list.asp adresinden dilinizi seçerek programı indirip kurduktan sonra açılan sihirbazı takip ederek ilk ağınızı oluşturabilir veya mevcut bir ağa giriş yapabilirsiniz. Kurulum sırasında size sorulan "Hamachi üzerinden windows görevlerini kapat" seçeneğini işaretlerseniz tanımadığınız, güvenmediğniz insanların bulunduğu bir ağa dahil olduğunuzda insanların sizin paylaşılan belegeler gibi klasörlerinize erişmesini de engellemiş olursunuz.


Buradan sonra olay biraz daha karışık bir hal alıyor, çünkü Live for speed gibi direkt ip girilerek oyuncuların birbirini bulabildiği oyunlarda hamachi numarasıyla server bulunup oyuna dahil olunabiliyor, ancak Flatout veya CMR gibi oyunun ağ üzerindeki açık oyunları otomatik olarak taradığı oyunlarda oyuncular kesinlikle birbirlerini göremiyor. Bunun için windowstan ince bir ayar yapmak gerekiyor. Resimlerle izah etmeye çalışıciym:

Öncelikle denetim masasını açıp, ağ ve internet bağlantıları kategorisine giriyoruz. Denetim masanız klasik görünümdeyse direk ikinci adıma geçin.



Ağ bağlantılarını açıyoruz.

Gelişmiş menüsünden, gelişmiş ayarları seçiyoruz.



Açılan pencerede sağ taraftaki yeşil oklar vasıtasıyla Hamachiyi en üste taşıyoruz. Tamam diyerek onaylıyoruz.


Böylece ağ üzerinden çalışan tüm oyunların birinci ağ olarak hamachi yi kabul etmesini ve otomatik arama işlemlerini hamachi ağı üzerinden yapmasını sağladık.

Geçenlerde hamachi ağımıza vista kullanan birisi dahil olmak istedi dolayısıyla aynı ayarı vista ile yapmak gerekti ancak nereye baktıysak vistada böyle bir menü de yok, öyle bir pencere de yok! İnternet üzerinde hamachi ile ilgili yaptığım tüm aramalar sonuçsuz kaldı. Hatta birkaç yerde vista ile birden fazla ağ bağlanıtısı yönetilemediğinden falan gibi saçmalamalar da gördüm. Aramayı biraz daha derinleştirince Microsoft un bir makalesinde aynı gelişmiş ayarlar penceresini açmak için aşağıdaki işlemlerin yapılması gerektiğini buldum

Vista için Hamachi yi ağ sırasında yukarı almak:

Windows Vista’da, Başlat’a Tıklatın, ncpa.cpl yazın ve sonra ENTER tuşuna basın.
Görüntülenen İleri menü üzerinde İleri Ayarlar.

Not: Windows Vista kullanıyorsanız ve İleri menüsünü görmüyorsanız, ALT tuşuna basınız. Menü çubuğu görüntülenecektir.Bu noktada Windows Vista devam etmek için izninize gerek duyar.

Bağlantılar alanındaki Bağdaştırıcılar ve Bağlar sekmesinde listede yukarı kaydırmak istediğiniz bağlantıyı seçin. Bağlantıyı hareket ettirmek için ok tuşlarını kullanın.

Bu yöntemler işe yaramazsa, biraz daha karışık bir işlem var. Ağ bağlantıları penceresinde yerel ağ bağlantısına sağ tıklatıp "bağlantıyı kes" diyorsunuz, bu arada bütün internet bağlantınız kesilecek. Böylece çalışır durumda sadece hamachi ağı kalıyor. Oyuna girip ağ üzerindeki oyunları aramaya başlıyorsunuz. Oyun arama yaparken ağ bağlantılarına dönüp yerel ağ bağlantısına tekrar sağ tıklayıp bağlan diyorsunuz. Tekrar oyuna dönüyorsunuz böylece oyunu kandırıyorsunuz ;)

Bunların dışında windows güvenlik duvarı ve kullandığınız virüs programından da hamachi nin bağlantısı için izin vermeyi unutmayın. Ayrıca çoğu yerde sağlıklı bir bağlantı için kullanılan hamachilerin versiyonlarının aynı olması gerektiği belirtilmiş dolayısıyla aksi gerekmedikçe programın en güncel versiyonunu kullanmanızı tavsiye ederim.

Ayrıca aşağıdaki adreste Hamachi ile ilgili pek çok türkçe kaynak ve katılabileceğiniz değişik oyun ağlarının listelerini bulabilirsiniz. İyi eğlenceler.

http://www.hamachiturk.com/

18 Aralık 2008 Perşembe

Ermeni Meselesi

Ermeni meselesi yeterince tuhaf bir halde değilmiş gibi şimdi bir de özür dileyenler ve özür isteyenler peydah oldu.

Çin malı aydınlarımızın gerçek yüzlerini gösterdiği
http://www.ozurdiliyoruz.com/

sitesine karşılık

http://www.ozurbekliyorum.com/
http://www.ozurdilemiyorum.net/
http://www.sizdenutaniyoruz.com/

gibi adreslerden karşı kampanyalar düzenleniyor.

Ben elbette olmayan bir şey için özür dilemenin, insanları böylesine gaza getirmenin çok ahlaksızca olduğunu düşünüyorum.

Bu düşüncelerle karşı kampanyalar düzenleyen adreslerden birine girdim, formu doldurdum, ama bir türlü gönder düğmesine basamadım. İçime kurtlar üşüştü. Bu insanlar kim? Özür dileyenler ve özür isteyenler böyle bir kutuplaşmaya daha ihtiyacımız var mıdır düşünüyorlar mı? Hepsinden önemlisi bu siteleri kimler açıyor? Buralara eklenen isimlerle oluşacak listeler hangi amaçlarla kullanılacak? Sitelerde bu kampanyaları kimin idare ettiğiyle ilgili en ufak bir bilgi bile yok. İnsani veya milli duygularla girdiğimiz kişisel bilgilerin ne amaçla kullanılacağıyla ilgili hiç bir şey belirtilmemiş. Biraz araştırma yaptım, bu sitelerin hiçbirinin kaynağı belli değil. Bence bu oyuna gelmeyip, çıkarılan yaygarayı bastırmanın daha farklı bir yolunu bulmalıyız. Neticede bilgilerimi bu siteye içim rahat bir şekilde gönderemedim...

İnşallah...

Faturayı yüzde 90 düşüren icat!
AA

FunikaTec A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Sözkesen, icat ettikleri "Hibrit Isı Maddesi" (HIM) adını verdikleri madde ile enerji tasarrufu sağlayacaklarını belirterek, "Buluşumuzun Türkiye’ye Nobel Fizik Ödülünü getireceğine inanıyoruz" dedi.
Sözkesen, düşük maliyetlerle enerjinin verimli kullanılması ve bozulan ekolojik dengeye çözüm sunulması için geliştirilen buluş ve projelerini açıklamak amacıyla düzenledikleri basın toplantısında, dünyadaki enerji sorununu çözecek ve enerji tasarrufu yapacak "Hibrit Isı Maddesini" bulduklarını söyledi.

100 LİRALIK FATURA 7 LİRA OLACAK

Bu maddenin kullanılmasıyla ekonomiye Türkiye’de yılda 20 milyar, dünyada ise 2 trilyon dolar katkı sağlanacağını öne süren Sözkesen, "Bir iş adamı olarak aylık enerji masrafınız 100 lira ise bu teknolojiyle bu 7 liraya düşmektedir. Bu projemizle ilgili şu anda 15 firmayla görüşüyoruz. Bunlar yılbaşından itibaren buluşumuzu kullanabilecekler" diye konuştu.
Sözkesen, ürünün sağlayacağı tasarrufun dünyadaki enerji darboğazına çare olacağını savunarak, "İşte bu yüzden bu buluşumuzun Türkiye’ye Nobel Fizik Ödülünü getireceğine inanıyoruz" dedi.
Hibrit Isı Maddesinin kullanım alanının geniş olduğunu dile getiren Sözkesen, ısı olan her mecrada kullanılabilecek ürünün, otomotiv ve tekstil sektörü gibi alanlarda da yarar sağlayacağını söyledi.
Nuri Sözkesen, Denizli’deki fabrikalarında Ar-Ge bölümü oluşturduklarını, cirolarının yüzde 3’ünü oluşturan 1,5 milyon doları ayırdıkları bölümün, Hibrit Isı Maddesi’nin de aralarında bulunduğu 6 buluş gerçekleştirdiğini ifade etti.
Buluşlarla ilgili bilgi veren Sözkesen, "Çöllerin yeşertilmesi, çöl alanlarında tarım ürünlerinin yetiştirilmesi için lazer destekli bir sistem oluşturduklarını", "GAMA ışını radyasyonunu durduran hibrit polimer bileşik icat ederek zararlı radyasyon ışınlarına karşı yeni nesil bir koruyucu ürettiklerini", "HYD-X Ray radyasyonunu durdurucu bir madde bulduklarını", "Elektromanyetik dalgayı durduran kumaş yaptıklarını" ve "Robot internet takip sistemini oluşturduklarını" bildirdi.
Bu buluşların patentleri için ulusal düzeyde başvuruda bulunduklarını anlatan Sözkesen, icat ve buluşların zor, zahmetli ve masraflı olduğunu, ancak bunları ticarileştirmenin çok daha zor olduğunu sözlerine ekledi.
Muğla Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekan Vekili ve FunikaTec A.Ş. Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Muhammed Eltez de, Hibrit Isı Maddesiyle ilgili teknik bilgi verdi. "Enerji, ekonomi ve ekoloji, yani ’3E’ dediğimiz, dünyanın temel değerleridir. Buluşumuz olan Hibrit Isı Maddesi kullanıldığı takdirde enerji tasarrufu sağlayacak, hem ekonomiye katkı yapacak hem de ekolojik olarak çevreye zarar vermeyecektir" dedi. Hibrit Isı Maddesi’nin kompozit bir madde olduğunu anlatan Eltez, içindeki enerji paketçiklerinde moleküler titreşimin ısı enerjisi sağlayarak enerji tasarrufu sağlayan maddenin yüzde 90 oranına kadar elektrik tasarrufu sağlayabileceğini ifade etti.
Prof. Dr. Eltez, "Bu buluşun temeli tamamen fiziksel olup, ’moleküler rezonans’ tabiri ile açıklanabilmektedir. Ortaya çıkan fazla ısı ’termodinamik COP performans katsayısı’ ile ifade edilmektedir" diye konuştu.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Öğretmen Yemini

ÖĞRETMEN YEMİN METNİ

'Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk inkılâp ve ilkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını Milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlakı, insanı, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim. ''
Bu da stajyerliğin sonundaki törende bayrağa el basarak ettiğimiz asıl yemin. Bir önceki yemini yazan arkadaş biliyor muydu bilmem ama bunu da buraya eklemek farz oldu.

28 Kasım 2008 Cuma

Öğretmen Yemini (Özgür Bolat'ın Hürriyet gazetesindeki yazısı)

ÖĞRETMEN YEMİNİ

Öğretmenliği sadece bir meslek değil, bir yaşam tarzı olarak seçtiğim için, bir öğretmen olarak aşağıda belirtilen ilkelere ve değerlere uyacağıma şerefim ve namusum üzerine ant içerim.

Öğrencilere karşı sorumluluğum:

  • Her öğrencimin benliğine bir birey olarak saygı gösteririm,
  • Öğrencilerimi topluma ve insanlığa yararlı bir birey olarak yetiştiririm,
  • Her öğrencinin öğrenme kapasitesi olduğuna inanırım,
  • Öğrencilerime milli bilinç ve insan sevgisi aşılarım.
  • Öğrencilerim doğru, adil, dürüst ve onurlu bir birey olarak yetiştiririm,
Topluma karşı sorumluluğum:

  • Toplumun yükselmesinden ve gelişmesinden bizzat kendimi sorumlu tutarım,
  • Topluma davranışlarımla yön verir ve örnek bir vatandaş olurum.

İş arkadaşlarıma karşı sorumluluğum:

  • Bilgimi ve deneyimlerimi diğer meslektaşlarım ile paylaşırım,
  • Eğitim sorunlarına çözüm üretmek için diğer meslektaşlarım ile iş birliği yaparım,
  • Meslektaşlarımı daha iyi bir öğretmen ve vatandaş olmaya özendiririm.

Mesleğime karşı sorumluğum:

  • Gelişen dünyaya ayak uydurmak için kişisel ve mesleki gelişimime önem veririm,
  • Öğrencilerimden sürekli bir şeyler öğrenirim,
  • Öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu bilir, mesleğimi küçük düşürecek davranışlardan kaçınırım.

Ailelere karşı sorumluluğum:

  • Öğrencilerimi daha iyi tanımak için aileler ile iletişime geçerim,
  • Öğrencilerin daha iyi öğrenmesi ve daha iyi bir birey olması için onlar ile işbirliği yaparım.

Yukarıda belirtilen sorumlulukları bazı koşullar altında uygulamanın zor olduğunu bilirim. Ama asıl erdemin, en zor koşullarda bu sorumlukları yerine getirmek olduğunu kabul ederim. Onun için bu sorumlulukları en zor koşullar altında bile yerine getireceğime tekrar şerefim ve namusum üzerine ant içerim.

Bir öğretmen olarak “sözüm namusumdur” derim.

Başarının formülü

Çağımız bilgi çağı, çünkü artık herkes biliyor ki bilgi güçtür.

Ben bunu orta ölçekli bir gıda firmasının muhasebe programını kullanırken fark etmiştim. Henüz öğrenciydim, şirket sahibi koca adamlar şirketleriyle ilgili her türlü bilgiyi 18-19 yaşında tıfıl bir çocuğa soruyorlardı. Hiç suistimal etmedim ama kendimi çok güçlü hissediyordum :)

Bilgiyi üretmenin malum yolu düşünmek. Hepinizin bunu çok iyi yaptığınıza defalarca kez şahit oldum, asla da şüphe etmedim. Okul başarısı düşük olan öğrenciler de iyi düşünebildiklerini değişik şekillerde ispatladılar.

Ancak düşünülerek üretilen bilgi paylaşılmadıkça çoğu zaman düşünenin kendisine bile bir faydası yoktur. Peki bilgiyi nasıl paylaşacağız?

Fikirlerimizi başkalarına konuşarak ve yazarak aktarırız. Başkalarının düşüncelerini ise okuyarak ve dinleyerek öğreniriz.

Dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerileriniz sınıfta, sınavlarda, sosyal hayatta ve iş hayatında yerinizi belirleyecek. İnsanlar sizi görünüşlerinizle karşılasa bile bu becerilerinizi kullanarak düşüncelerinizi ne kadar iyi aktarabildiğinizle hatırlayıp değerlendirecekler.

Sevgili arkadaşlar sınıflardaki diyaloglarımızda ve yaptığımız yazılı sınavlarda pek çok kez gösterdiniz ki pek çoğunuz bu becerilerin hepsinden, hepiniz en az birinden yetersizsiniz. Öğretmeye çalıştıklarımızı bazen bizim öğrettiğimizden de iyi anlıyorsunuz, ama sınavda sorduğumuz probleme sınavdan sonra beraber bakarken "yemin ederim biliyordum ama bu şekilde anlatamadım" demeniz aslında bu yetersizliğin bir ifadesidir.

Özetle bilgiyi paylaşmakla ilgili bir hastalığın detaylı teşhisini koymuş olduk. Peki tedavi?

Çok kolay.

Daha az TV izleyeceksiniz. Daha çok kitap okuyacaksınız. TV izlemeye ayırdığnız kadar, kitap okumaya zaman ayırmadığınız her gün kendinize ihanet etmiş gibi hissedeceksiniz. TV izlerken insan %100 edilgen bir hale geliyor. TV izlerken uyurken harcadığınızdan daha az kalori harcıyorsunuz. Oysa kitap okumak öyle değil, hayal gücünüzü sürekli geliştiriyor, sürekli daha derin düşünmeyi öğreniyorsunuz.

Eğer meraklısıysanız, kitap okumanın bir de ÖSS ye yönelik faydası var, ÖSS zamana karşı bir sınav olduğu için soruları okumaya ne kadar az zaman ayırırsanız, çözmeye o kadar çok zamanınız kalır. Ne kadar çok kitap okursanız, okumanız o kadar hızlanır. Bu hayalini kurduğun hayata kavuşmak veya yıllarca peşinden koşmak anlamına da gelebilir.

Özetle ne kadar iyi düşündüğünüzü gösterebilmek, okulunuzda, ÖSS de, sosyal hayatta ve iş hayatında daha başarılı olmak için tek formül:

"DAHA AZ TV DAHA ÇOK KİTAP"

Bu konuşmayı ilk sınavların sonucunu açıkladığım her sınıfta yapmak zorunda kalıyorum.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Tekrar merhaba

Of of of en son 16 Haziranda yazabilmişim. Buralar ıssız, terk edilmiş bir hale gelmiş. Tozlar bir karış olmuş, köşeleri örümcekler bağlamış, zemini otlar kaplamış...

Bu zaman aralığında kendimce ciddi sebeplerden dolayı blog da dahil bazı lükslerden feragat etmek zorunda kaldım, oldum olası zaman yönetimi olayında çok zayıf kalmışımdır zaten.

Neyse, hemen tozları, örümcekleri temizleyip, otları yolayım, çiçekleri sulayayım eveeet pırıl pırıl oldu her taraflar.

Bugün günlerden 24 Kasım, kendi kendime dedim ki: "Oğlum blog yazmaya devam edeceksen gün bugündür." Şehrin merkezinde Atamın "Bir milletin uygarlık derecesi öğretmenlerine verdiği değerle ölçülür" vecizesini de görünce aldım gazı geldim.

Öğretmene değer vermek ne demektir? bunun en şahane örneği, Cumhuriyetimizin ilk çeyreğinde çok açıkça gösterilmiş. Anadolu'ya bir öğretmen atandığında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından geçeceği güzergaha haber verilirmiş, "şu isimde bir öğretmenimiz o istikametten geçip görev yerine gidecek, karşılayın" diye. Böylece öğretmenin görev yerine rahatça ulaşması, vardığında en iyi şekilde karşılanması sağlanırmış.

Öğretmen maaşlarından bahsedeceğimi sandıysanız "cık" yani öğretmene değer vermek konusunda para aslında zurnanın son deliği. Mesleki tatmin hiç bir parayla satın alınamayacak bir değerdir. Öğretmenleri gittikçe değersizleştiren sevgili idarecilerimiz "çocuğum hiç bir şey olamayacaksa bari öğretmen olsun" zihniyetini, öğretmen olmak isteyenleri habire sınava sokup, eleyip, öğretmen açığını sürekli büyüterek silemeyeceklerdir. Aksine öğretmenlik gibi ancak "hiçbir şey olamayacakların" yapabildikleri bir mesleği yapmak için senelerce okuyan gençler, sınavlarda telef olmakta, iyice acınacak duruma düşmektedirler.

Ama kıyak meslektir haaa öğretmenlik 3 ay tatili vardır, 15 gün sömestiri vardır, kar tatili vardır, öğretmenler gün içinde de yarım gün çalışır, üstüne bir de ek ders ücreti alır. Yattığımız yerden çuvalla para kazanıyoruz (nezih bir blog olmayacaktı kiii...). İşin aslı yine Atamın bir sözünde gizli "Gerçekten de sorumluluk yükü herşeyden, ölümden de daha ağırdır."

"Eğer işini yaparken okul müdürüne, il veya ilçe milli eğitim müdürüne ya da müfettişe değil de sadece ve sadece VİCDANINA hesap verenlerdenseniz öğretmenlik dünyanın en zor, en ağır mesleğidir."

Çünkü gerçekten bu saydıklarımı birkaç evrak numarasıyla çok kolayca kandırıp derslerinizi kendiniz ve öğrencileriniz için çok rahat hale getirebilirsiniz. Öğrencileriniz de son derece başarılı görünür.

Ben öğrencilik hayatım boyunca, özel sektörde, bir sürü işte çalıştım, hemen hemen hepsinde haftada 60 saat çalışıyordum (6 gün x 10 saat) öğretmenlikteki 20 - 25 saatlik çalışma çok daha yorucudur. Denemesi bedava, elinize bir kitap alın, ayakta dikilerek 40 dakika boyunca evin her yerinden duyulabilecek şekilde yüksek sesle okuyun.

Onun dışında vicdan sahipleri için (olmayan da çok içimizde) okuldan çıkarken okulu içine alıp çıkma, okulu içinden çıkaramama, bütün gün öğrencilerini, onların eğitimlerini ve başarılarını düşünme durumu vardır ki anlatması mümkün değil.

Onun da dışında en yoğun dönemimde yaptığım her bir sınavdan sonra evime 700 tane kağıt götürüyordum ki bir tane fizik sınavını hakkıyla okumanın ne demek olduğunu bir fizikçi bir de allah bilir.

Hepsinden kötüsü, aileleri tarafından sırf yeri belli olsun diye okula gönderilmiş 2000 tane ergene hiç istemedikleri halde bir şeyler öğretmek için parçalanmak, sonuç alamamak ve sene sonunda neden bu çocuklar başarısız diye hesaba çekilmek.

Bu arada TV lerin öğretmenler günü için yaptıkları programlar arasında dikkatimi Uğur Dündar üstadın haberleri çekti. Ülkemizin doğusuna seve seve gidip (ben de gittim, orda öğretmenlik başka) orada ölen ve yaralanan meslektaşlarımın muhterem politikacılarımız tarafından nasıl askerin binde biri kadar adam yerine konmadığını çok net gördük. E tabi sayın bin katı olunca, değerin de binde bir oluyor dimi. Olsun. Vatan Sağolsun! Biz ülkemizin geleceği, gençlerimiz için çalışıyoruz.

Son olarak gazetede gördüğüm bir haberle bu değer olayını sayısallaştırmak istiyorum. Son bir yıl içinde Cumhurbaşkanlığı makamı için 69,3 milyon YTL bütçe harcanmış. Kabaca bir hesapla 4.800 adet öğretmenimin bir yılık kazancına tekabül eden bu para ile doğuda bir öğretmenle sürekli eğitimden mahrum kalan yaklaşık 140.000 öğrencinin derdine derman olunabilirdi.

(Doğuda eğitim öğretim asker öğretmenlerle idare ediliyor, çünkü mecburi hizmetini dolduran anında arkasına bakmadan kaçıyor. Ben de asker öğretmen olarak gittim, mart ayında aldığım sınıflardaki öğrenciler sene başından beri 3. fizik öğretmenleri olduğumu söylediler. Bilenler bilir, bu işte süreklilik önemlidir.)

Sözün özü şu:
"Bir milletin uygarlık derecesi öğretmenlerine verdiği değerle ölçülür"
Mustafa Kemal Atatürk


Söylenecek çok şey vardı ama gittikçe politikaya daha derin dalan, sıkıcı bir yazı olmaya başladı. Benim de okuyacak bir sürü sınavım var ama çok acayip yazılarla devam edeceğim, buradayım artık.

16 Haziran 2008 Pazartesi

Aşırı Dozda Reality Show İçin

Bir devlet hastanesinin acil servisinde birkaç saat vakit geçirin. Yalnıııız dikkat edin beyaz camın arkasından bakmak gibi değil, mideniz ve yüreğiniz dayanamayabilir. Şahsen benim aram bu tür programlarla hiç yoktur ve sanıyorum dün gece gördüklerim bana 10 sene falan fazla fazla yetecek.

Ama benim asıl bahsetmek istediğim şey başka. Dün gece acil servisin tenhalığı dikkatimi çekti. Bir boş anında güvenlik görevlisinin yanına yanaştım, aramızda şöyle bir diyalog geçti:
- Hayırdır? tenha bugün
- Abi maç var ya...
Cevabı bana biraz şaka gibi gelince
- Tabi hastalıklar da maç izliyor ya şu anda. Dedim

Meğer ciddiymiş.

İnsanlar normal zamanlarda randevu almaya ve beklemeye üşendikleri için acil olmayan rahatsızlıkları için de acil servise geliyorlarmış. Böylece acil servisler normalde olması gerekenden %70 daha dolu oluyor, sadece maç olduğu veya yağmur yağdığı günlerde acil servisin gerçek kapasitesi ortaya çıkıyormuş.

Bunun açıklamasını yapmaya gerek var mı? Bu insanlar gerçekten durumları acil olmadığı halde acil servise gelerek, oraya gerçekten acil durumlarla gelenlerin hayati dakikalarını, belki de hayatlarını gaspetmiş oluyorlar. İşte bu insanları çok ciddi suçlamalarla yargılamak lazım.

Bazen düşünüyorum da; galiba hakikaten hakettiğimiz şekilde yönetiliyoruz.

Bu arada Haydarpaşa Numune Hastanesi yönetimini tebrik etmek etmek istiyorum. Öyle güzel bir düzen kurmuşlar ki, acil servise geldiğiniz andan itibaren her aşamada karşınıza çıkan bütün personel hem işini çok memnun edici şekilde yapıyor, hem de hastaya en iyi şekilde rehberlik ederek işlemlerinizi kolayca halletmenizi sağlıyor. Ama tahmin ediyorum bu kolaylık maç günü yüzüsuyu hörmetineydi, demek ki adamlar olması gereken duruma göre düzenlerini kurmuşlar. Fazlasını haklı olarak kaldırmıyor.

Allah kimseyi düşürmesin!

13 Haziran 2008 Cuma

Olamamalıydı...

2007 - 2008 eğitim - öğretim yılını, pek çok öğrenci için, bugün noktaladık. Karneleri dağıttık, fotoğraflar çektirdik, kimi üzüldü ağladı, kimi sevindi oynadı. Hepsini de hepsiyle yaşadık öğretmenleri olarak.

Herşey bir yana, bence bugünün bombası ikinci dönem 7 (YEDİ) zayıfı olan bir öğrencini sınıfını ortalamayla geçebilmiş olmasıydı.

Tabi bunu gören sizler hemen "bu nasıl oldu?" diye soracaksınız. Şöyle oluyor; vatandaş ilk dönemde 3,62 ortalama getirmiş, ancak ikinci dönem 7 zayıfla 1,42 ortalama getirebilmiş. Netice itibariyle iki dönemin ortalaması 2,52 olmuş, Dil ve Anlatım dersi de 2 olduğu için sınıfını tertemiz geçmiş.

Bunu gören ben de hemen "e o zaman ben neden bu çocuklara bişeyler öğreticem diye yırtınıyorum?" diye soruyorum. Mete diyorum, efendim diyorum, cevap veremiyorum.

Bu öğrenci arkadaşım ikinci dönem okumaktan resmen vazgeçmiş. Tabii çok ciddi problemleri olması gibi ihtimalleri göz ardı etmiyorum, yani her zaman olduğu gibi başarısızlığı sadece öğrenciye yüklemiyorum. Ama yine de sınıf geçme yönetmeliği öyle bir ayarlanmış ki (ki bu ayrı bir başlık konusu olacaktır) öğrenci senenin yarısını "kesinlikle" öğrenememiş de olsa sınıfını geçebilir. Bu sefer de "madem birşeyler öğrenmiş olmalarının başarılarına bir etkisi yok, o zaman neden sınavlar yaparak bu çocukların öğrenme derecelerini ölçmeye çalışıyoruz?" diye soruyoruz. Çarkı olduğumuz düzende pek de cevaplı sorular değil bunlar, cevaplamaya çalışacağız o ayrı.

Mesela ilköğretimde de başarısız olmak neredeyse "imkansız" ama bu durum "madem ki eğitim mecburi, o halde başarı da mecburi olmalıdır" (sakat) mantığıyla açıklanabilir.

7 zayıfla geçen arkadaşıma dönersek, ortaya korkunç bir manzara daha çıkıyor. Diyelim ki matematik, fizik, kimya, dersleri zayıf, dolayısıyla lise 2 de fen bölümünde başarısız olacağı kesin. Türk Edebiyatı, tarih ve coğrafyası da zayıf, bu durumda sözel bölümü de başaramayacaktır. Matematik ve edebiyattan ötürü eşit ağırlık da yatar. İngilizcesi de zayıf oldu mu dil bölümünü de değerlendiremeyecektir. (matematik, fizik, kimya, Türk Edebiyatı, tarih, coğrafya, ingilizce, toplam 7 ders). E nereye yönlendirecez şimdi biz bunu?!!!

7 zayıf çok uç birörnek gibi görünebilir belki ama emin olun 6, 5, 4 zayıfla direk sınıf geçen onlarca öğrencini karnesini gördüm bugün. "E çok kötü bir şey midir öğrencinin sınıfını geçmesi?" diye sorabilirsiniz. Bu durumda size otomatikman, ÖSS ve OKS lerde sıfır çekenlerin sayısının gittikçe artmasının sebebini açıklamış olurum. Sınıfını yönetmelik sayesinde geçenlerdir o sıfırcılar. Çünkü onca sene sınıflarını hiçbir şey öğrenmeden geçtiler. Çünkü bu ülkede böyle bir şey mümkün. Çünkü bu ülkede vatanlarını, alacakları oylardan veya Avrupa Birliği üyeliği başarısından daha az seven yönetmelik yazarları var. Çünkü siz oylarınızı onlara çekinmeden verebiliyorsunuz. Sonra "çocuğum neden OKS de sıfır aldı? halbuki ilköğretim not ortalaması 5 üzerinden 4,5 tu diye düşünüyor(mu)sunuz"

Başarı sınıf geçmek değildir. Başarı, okulda öğretilenleri öğrenmiş olmaktır.

Gene dolaştık siyasetin kıyısından, şöyle toparlayayım: bugüne kadar hiçbir politikacıyı alkışla(ya)madım. Oyumu da hiç gönül rahatlığıyla veremedim. O yüzden kastım şimdikilere, dünkülere veya yarınkilere değil; hiçbiri iyiye götüremedi bu işi maalesef. Benim asıl kastım G8 ülkeleri gibi bizim de bütün yöneticilerin kayıtsız şartsız uymak zorunda oldukları uzun ve çok uzun vadeli hedeflerimiz olmayışınadır. Atam n'olur bir senecik geri dön!

Başarıya dönersek: Sınıf geçme yönetmeliği öğrencilerin gerçekten kendilerine yıl boyu öğretilenleri öğrenip öğrenmediğini ölçmeye yönelik olmadığı sürece bu ülke hiçbir şeyi başaramayacaktır.

Son olarak sorumlu geçilebilecek ders sayısı 2 den 3 e (yoksa 5 miydi?) ortalama yükseltme sınavlarına girilebilecek ders sayısı da 3 ten 4 e çıkarıldı. Karambolde bir de her iki sınavın da hem sene sonunda hem sene başında ikişer kere uygulanması eklenir çok yakında. Böylece öğretmenler daha az tatil yapacak. Bu durumda öğrenci zayıf aldığı zaman, öğretmenine rahatlıkla "sen istediğin kadar zayıf ver, ben nasıl olsa geçiyorum" diyebiliyor. Bunu kulağımla duydum.

İçimden geçen, kesin bir karar alıp bundan sonra sadece "salla başını al maaşını" memuru olmak, okuldaki bütün vaktimi benden istenen evrakları eksiksiz bir şekilde hazırlayıp, sene sonunda sınavlara kalmak zorunda olmamak için bütün öğrencileri geçirmek. Böylece mutlu ve stressiz bir öğretmenlik hayatım olur. Ama bunu yapabilmek için önce vicdanımı aldırmam lazım.

Bu sene sonunda, görev yaptığım okulda en çok zayıf alınan ders fizik oldu. (okulun yaklaşık 3te biri) Bunu utanarak yazıyorum ve kendimi mağlup hissediyorum aslında ama bu sebepleriyle açıklanması ve çözümlenmesi gereken bir durumdur.

Sonuç itibariyle, ben sene boyu maraton temposunda çalışıp, en iyisini öğretmeye uğraşmama rağmen, öğrenci arkadaşlarım öğren(e)meyip zayıflar almaya, yönetmelik hazretleri de onları öğrenememelerine rağmen başarılı ilan etmeye devam edecek.

Gençlerin bu konudaki kısa bir tartışmasına şahit olmak için tıklayın.

En yakın zamanda neden fizikten bu kadar çok zayıf alındığını çözümlemeye çalışacağım...